Kaldırım Mühendisliği ve Muasır Medeniyetler

Edanur Yıldız
4 min readDec 6, 2020

Parke taşı ve türevleri ile aramdaki amansız savaş, İstiklal Caddesi’nin kendi halinde duran taşlarının sökülüp yerine parke taşı döşendiği zaman başladı. (Şu linkte 2005'te bu değişimi belgeleyen birinin yazdıkları duruyor.) Daha doğru ifade etmek gerekirse yoldaki alelade bir taşın insan hayatında nasıl bir fark yaratabileceğini ilk kez o zaman fark ettim. Son 15 senede yağmurlu bir günde İstiklal Caddesi’nde yürümüş olan herhangi biri bahsedeceğim doğa olayı ile muhtemelen karşılaşmıştır. İstiklal’in o menfur taşları (bu tür taşların büyüklerinin kullanıldığı her yolda olduğu gibi) yağmurlu havalarda tükürüp sizi tepeden tırnağa ıslatabilir. Arnavut kaldırımı söküldükten sonra taşlar sık sık değişti fakat taşların bu kötü huyları hiç düzelmedi. Yapılma işlevi (koyulduğu yerde durmak?) dışında her işe yarayan taşların neden arnavut kaldırımına tercih edildiği hala gizemini koruyor.

Çok Eski Bir İstiklal Caddesi

Kaldırım Mühendisliği

Bahsettiğim değişikliğin üzerinden biraz zaman geçip, bu taşlar tarafından birkaç kez ıslatıldıktan sonra almaya başladığım inşaat mühendisliği eğitimi sırasında öğrendim ki aslında arnavut kaldırımı yüzyıllara meydan okuyan harika bir teknikmiş. Özellikle tramvay geçen yollarda, tramvayın yarattığı titreşimden dolayı büyük taş kullanılması, taşların kolayca yerlerinden oynamasına sebep olduğu için pek tercih edilmezmiş. Tercih edilecekse de yalıtım gerekirmiş. Tramvay geçen bir caddede zemini değiştirirken bir bilene sorsanız bu gerekliliği muhtemelen size söylermiş. Taşların tükürecek pozisyona gelmesinin sebeplerinden biri de buymuş. Bu memlekette işler yapılırken her zaman bir bilene sorulmazmış. (İstiklal Caddesi’nin taşları ilk değiştirildiğinde tramvay yolu etrafına izolasyon yapılmamıştı, sonra izolasyon yaparak tekrar yenilendi fakat sonuç değişmedi. Hatta bir ara İstiklal Caddesi taş yenileme sonsuz döngüsüne girdi, sanki yıllar boyunca bir ucu biterken öbür uçtan taşlar sökülerek yenilenmeye tekrar başlandı.)

Arnavut Kaldırımı (Kaynak: Pixabay)

Arnavut Kaldırımı

Arnavut kaldırımı dediğimiz aslında tek tür bir yapı değil bir teknik. Bulunulan bölgeye özgü doğal taşlardan, farklı boyutlarda taşlar kullanılarak yapılabiliyor. Kullanıldığı yere karakter kattığı gibi kolay kolay yerinden kıpırdamıyor, drenajı iyi, yağmur suyunu altında biriktirmek yerine akmasına izin veriyor ve genelde bir adıma kıyasla küçük taşlar kullanılıyor haliyle tükürmüyor, bazısı yüzyıllar boyu dayanıyor. (Seda Özen Bilgili şurada dünyadan ve ülkemizden harika örneklerle konuyu ele almış.)

İstanbul’un “nezih” semtlerinden birinden bir kaldırım.

Kaldırımları biraz daha detaylı öğrendiğimden beri bu dökme kilit taşlarından oluşan döşemelerin çirkinliklerine takılmadan edemiyorum. Bazen “medeniyet” ve teknoloji, insanoğlunun yüzyıllar önce çözüp rafa kaldırdığı bir problemi, kör bir kibirle ele alıp böyle rezil olabiliyor.

Çok hızlı döşenebilen ama bir o kadar da hızlı bozulan bu çirkin uygulamaya son darbeyi ise bana göre kentsel dönüşüm vurdu. İstanbul’u depreme hazırlamak için başlayıp bir rant sarmalına dönüşen kentsel dönüşümün ortaya çıkarttığı yeni ucube cepheli binalarının yanında bir de bu yamalı kaldırımları var. Yenilenen her binanın inşaatı veya bir altyapı çalışması sırasında sökülen/kırılan kaldırım taşları inşaat bitiminde yenileniyor fakat nasıl taş kullanılacağı konusunda herhangi bir sınırlama yok. Haliyle bu yamalı görüntü ortaya çıkıyor.

Her sökenin kafasına göre yenilediği muhteşem kaldırımlar.

Muasır Medeniyetler

Bir yanda yüzyıllar boyu test edilip onaylanmış bir yöntem, diğer yanda görece yeni geliştirilmiş, mütemadiyen bakım isteyen, ömrü kısa bir yöntem. Hızlı üretiliyor, hızlı montajı yapılıyor, knowhow istemiyor dolayısıyla maliyeti düşük diye tüm şehri yama işine mi çevirmek niye? Israrla bu yöntem kullanılacaksa da bir standart getirilerek denetlense olmaz mı?

Aynı malzemenin kullanıldığı başka diyarlardan kaldırımlar.

Kaldırımlar, sürekli yama dökülen asfalt yollar, bir öyle bir böyle yapılan yol kenarı peyzaj düzenlemelerinin sürekli değiştirilmeye ihtiyaç duymalarının arkasında bu anlayış yatıyor. Planlama yapılmadan şehirleşen bölgeler ve yetersiz altyapı sürekli kazı yapılmasına sebep oluyor. Kamusal alanların hemen her köşesine yansımış bu olmamışlığın düzelebilmesi için öncelikle en yeninin, en hızlının, son teknolojinin hatta bazen en pahalı veya en şıkın en iyi olduğuna dair kabulun değişmesi sonra da uzun ömürlü işler yapmayı hedefleyen yönetimler gerekiyor.

Bu bağlamda kaldırımların bir şehrin nasıl yönetildiğini çok iyi anlattığını düşünüyorum. Anı kurtarmak için mi kararlar alınıyor yoksa yönetimler şehrin kendilerinden sonra da yaşamaya devam edeceğini düşünerek mi yapıyorlar işlerini. Kaldırımlara bakarak bunu tespit edebilirsiniz. Çoğu bölgesi engelsiz yaşam sunabilmek adına, bu şehir için çok kısa sayılabilecek bir zamanda (5–10 yıl) yenilenen İstanbul’un kaldırımları berbat durumda. İzmir’in, Ankara’nın da farklı olduğunu sanmıyorum.

Floransa’nın “gösterişsiz“ kaldırımları.

Bazı şehirleri gezerken diğerlerine göre daha iyi hissetmenin bana göre en önemli sebeplerinden biri de birbiriyle uyumlu uzun ömürlü malzemeler kullanılarak inşa edilmiş ve korunmuş olmalarıdır. Yeni çıkan ucuz alüminyum malzemeler, uzay mekiği efektli cam kaplamalar yerine yeni yapılarda dahi şehrin dokusunun korunmasını bir şekilde sağlamış şehirlerdeki bütünlük hissi insanları daima büyülüyor.

Günümüz şartları düşünüldüğünde nüfusun bu kadar yoğun olduğu, ekonomik dinamiklerin bu kadar farklı olduğu şehirlerde antik teknikleri kullanmayı beklemek romantiklik olacaktır fakat dümdüz baskı beton kaldırımlar “havalı” görünmese de belki de en uzun ömürlü, en iyi çözümdür.

Süleymaniye’den güzel bir örnek. ❤

Not: Kilit taşı kaldırım yasaklansın. :D

--

--